İnsanların artık çılgınlar gibi sosyalleştiği bir çağdayız. Kendi imkanları ile sosyalleşmeyi başaramayacak en asosyal olanımız bile sosyal medya yoluyla çoktan eşiği aşmış durumda. Bunun en iyi örneği de Dünyanın en büyük sosyal ağını, son derece asosyal bir insanın kurmuş olması. İnsanların yapmaktan çekinip az konuştuğu, konuşurken kişisine göre utandığı, çekindiği ve kötü davranmaktan imtina ettiği yüzyıllardan, insanların arsızcasına birbirinin mahrem alanına müdahil olduğu bir yüzyılın içindeyiz.
Yalnız kalmak ve kendi steril Dünyasın’da dış müdahale olmadan yaşamak neredeyse imkansızken, ne kadar özgürüz ne kadar saygıdeğeriz tartışılır. Bu nedenle azıcık sadeleşmek, birazcık kaybolmak isteyenlerimiz bile kendi mağarasında kocaman bir kalabalıkla beraber. Zira paylaşılamayan tek bir şey kaldı: Yalnızlık. Sahi yalnızlık paylaşılabilir mi?
Bence paylaşılması imkansız olan şeylerin en başında geliyor. İçten içe yalnız olmak, kalabalık ortamdaki en sessiz ve en yalnız insan olmayı başarabilmek paylaşılamayacak kadar kötü bir şey. Bazen yalnız kalmak, kafa dinlemek ve insanlardan uzaklaşmak gibi şeyleri isteyebiliyoruz normal olarak. Lakin yalnızlığı seven, yalnızlık ile motive olan, yalnızlık ile beslenen ve sanki diğer insanlar sanki hiç yokmuş gibi yaşayan insanlarda var. Nasıl ve neden? diye sorasım geliyor çoğu zaman ve şeyi fark ediyorum. Bu tip insanların durumuna baktığım zaman, yalnız kalmayı seven insanlar belli bir dönemden sonra bu duruma o kadar çok alışıyor ve benimsiyorlar ki, diğer insanları da bu durumdan son derece uzak tutmaya çalışıyorlar bana göre. O yüzden yalnızlık paylaşılamaz. Paylaşılsaydı şayet, yalnızlık diye bir kavram olmazdı sanırım. Bir sonra ki köşe yazıma kadar görüşmek üzere.