TARİHİN İZİNDE: FRİGLERDEN OSMANLILARA ESKİŞEHİR

0

Öyle bir geçmişi var ki Eskişehir’in, insan nereye baksa bir zaman yolculuğuna çıkıyor. Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler… Hepsi bir dönem buraya kendi mührünü vurmuş. Sonra Makedonyalı İskender, sonra Roma ve Bizans derken Anadolu Selçuklularına, oradan da Osmanlı’ya uzanan bir miras… Dorylaion adıyla anılan bu topraklar, zamanla eskimiş ama ismi hep diri kalmış:

Eskişehir!

Selçuklu döneminde “Sultanönü” olarak anılan şehir, haçlı seferlerine bile sahne olmuş. Osmanlı Devleti’nin doğuş yıllarında ise önemli bir durak olmuş. Hatta Osman Gazi’ye Anadolu Selçuklu Sultanı tarafından verilen ilk bölgelerden biri burası! Yani Eskişehir, Osmanlı’nın çocukluk yıllarının geçtiği topraklardan biri. Yüzyıllar boyunca hem savaşların hem de medeniyetlerin izlerini taşımış bu şehir.

Kurtuluş Savaşı’nda büyük yaralar aldı bu topraklar. Eskişehir ve çevresi, savaşın en önemli cephelerinden biriydi. I. ve II. İnönü Muharebeleri burada gerçekleşti, düşman işgaline uğradı, sonra yeniden kurtarıldı. 2 Eylül 1922’de, Büyük Taarruz’un ardından Türk süvarileri Eskişehir’e girerken şehir, savaşın bıraktığı enkazın ortasında duruyordu. Yıkık, harap ve küller içindeydi… Ama bir şehrin gerçek ruhu toprağında değil, insanında saklıdır ya hani, Eskişehir de bu ruhla yeniden ayağa kalktı.

Şimdi şöyle bir düşün, bir şehir düşün ki hem tarih kokuyor hem de Avrupa’nın modern havasını soluyorsun. Eskişehir, tam da bu dengeyi kurmuş bir yer. Ortasından geçen Porsuk Çayı, insanın içinde bir Avrupa şehrinde olduğu hissini uyandırıyor. Gondollar, parklar, tarihi Odunpazarı evleri… Ama en önemlisi, buraya hayat veren gençlik!

Anadolu Üniversitesi, Eskişehir Teknik Üniversitesi ve Osmangazi Üniversitesi’nin varlığı, Eskişehir’i gerçek bir öğrenci şehri yapıyor. Gençlerin olduğu her yerde hareket, sanat, müzik ve bolca kahkaha vardır ya, işte Eskişehir de tam olarak böyle bir yer. Her sokağında bir kafeye oturup saatlerce kitap okuyabilir, sanat galerilerini gezebilir ya da Porsuk’un kenarında yürüyerek şehrin temposunu yakalayabilirsin.

Ve elbette, her şehrin bir mutfağı vardır. Eskişehir’in mutfağı da en az tarihi kadar zengin. Çibörek denince akla gelen ilk şehirlerden biri burası. “Börek değil, çibörek!” diyerek yemeye başlıyorsun ve bir tane asla yetmiyor! Yanına Kalabak Suyu alıp bir de balaban kebabı yedin mi, tamamdır. Tatlı olarak met helvası ve nuga helvasını da unutma derim. Bu lezzetlerin her biri, Eskişehir’in kendine has kimliğinin bir parçası.

Bir de şu var: Dünyada lületaşı çıkarılan çok az yer var ve Eskişehir bunlardan biri. Öyle sıradan bir taş değil bu, ustalarının elinde sanat eserine dönüşen bir cevher. Tespihinden piposuna, heykelinden süs eşyasına kadar birçok farklı forma bürünen lületaşı, adeta Eskişehir’in kimliğini yansıtan bir simge.

Biliyorum, birçok şehir gezdin, gördün. Ama Eskişehir başka… Eskişehir, zamanı yavaşlatan ama içindeki enerjiyi hep canlı tutan bir şehir. Bir gün yolun düşerse, sadece gezip görmek için değil, hissetmek için de zaman ayır.

Porsuk Çayı’nda yürüyüş yap, Odunpazarı’nın tarihi sokaklarında kaybol, sıcak bir çibörek ye ve gençlerin kahkahalarının havada uçuştuğu bir kafeye oturup etrafı izle… O zaman anlayacaksın ki Eskişehir, sadece bir şehir değil; içinde tarihin, sanatın, gençliğin ve yaşamın birleştiği bir ruh.

Ve kim bilir, belki de buraya gelen herkes gibi sen de bir gün Eskişehir’i “şehrim” diye anmaya başlarsın…

Leave A Reply

Your email address will not be published.