Balıkesir günlerimiz.
7 yaşında okula gideceğim. Kaldığımız evin bahçesinin bir yanı okulun bahçesi.
Evimizin biraz ilerisinde bir evin bahçesinde tütün dizilmiş.
Ev kapısının önünde bir havuz var. Bu havuzla ilgili maceralarım varda onun için sözünü ettim.
Okul yakın idi. Okul kapısının yanında bir sütun yer alıyordu. Bu sütunun tepesinde leylek vardı.
Günler geçti. Sütunun dibinde bir yavru leylek gördük. Anne leylek bu cılız ve sıska yavruyu atmıştı. Neden acaba? O zaman neler düşündüm, neler düşündük.
Daha sonra ki yıllarda bu olayı hatırladığımda başka, değişik şeyleri düşündüğümü hatırlıyorum.
Okulun bahçesinde ağaçlar vardı. Çağlalar olmuştu. Rahmetli kardeşim Erol ile ağaca tırmandık. Bir hayli çağla topladık. Bir teneke içine topladığımız çağlaları evin bahçesine attık.
Her halde okulun görevlisi idi. Biz ağaçlardayız. Bize hortumla bir su tuttu. Cıyak cıyak bağırıyoruz. Ver yansın, nasıl bağırıyoruz.
Çocukluk işte. Ne zorun var öyle. Bir sürü şey topluyor, ağacı yoluyorsun. Bir iki tane al ye, yeter. Ya…
Biz bir şarkı söylüyorduk. Şimdi çocuklar bu şarkıyı biliyorlar mı, söylüyorlar mı bilmiyorum.
Şimdi okullu olduk
Sınıfları doldurduk
Sevinçliyiz hepimiz
Yaşasın okulumuz.
Bir çocuğun okulla buluşması heyecan verir. Birçok çocuk, sizinle aynı yaşta olanlar. Öğretmenler.
Çocuğun hayatında yeni ve bilinmesi, öğrenmesi gereken yeni bir boyut. Okuma-yazma öğrenecek. Fişler, fişlerden kelimelere.
Pat pat sökmeler.
Öğretmenimiz genç bir bayan. Öğretmen bir otorite. Her şeyi bilen, anlatan bir otorite.
Bir çocuk ilkokul öğretmenini neden bir türlü unutmaz.
Her öğretmenin yaptığı gibi. Sınıf bir oyun, bir piyes sahneye konmuştu.
Ben giyinmiş, üstünde bir yelek, açık mavi. Bir bank üstünde oturuyorum. Bütün rolüm bu. Söz, hareket yok.
Yıllar sonra Lüleburgaz Öğretmen Evi’nde arkadaşlarla oturup sohbet ederken bir oyunda rol aldığımı öğretmen arkadaşlarla o günleri yad edecektik.
Okul çantamız tahtadan idi. Kapağını kapatıyor ve kilitliyor idik.
Çantanın içinde defter, kalem, silgi ve en önemlisi bir fasulye, mısır torbası vardı.
Fasulye ya da mısırlar ile fiş yazıyorduk.
O yıllar Başöğretmen vardı. Bu başöğretmen müdür olacaktı. Edirne’de 2. Sınıfa gidiyordum.
Okumayı öğrenmiştim. Okulun hemen yakınında bir kütüphane vardı. Sık sık oraya gidiyor, Doğan Kardeş dergisini okuyordum. Dede ile torun ilk tanıdığım çizerlerden. Ramiz’in Dede ile Torun karelerini okuyordum.
Kütüphane güzel bir yerdi. Selimiye Camii’nin önünde. Kütüphane de güzeldi. Kaderin cilvesi ileri ki yıllarda kütüphaneci olacaktım. Evimde kitap olacaktı.
Kitapsız bir dünya nasıl olur.
Konfüçyüs’e sormuşlar, üstat ne istersin diye.
Konfüçyüs yanıt vermiş: “Kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe” daha ne olsun demiş.