Tiyatro, yalnızca bir sahneden ibaret değildir; o, insanlığın yüzyıllardır süren duygularını, acılarını, umutlarını ve mücadelelerini yansıtan bir aynadır. Sığın(m)ak gibi bir oyun, savaşın karanlık gölgesinde dahi insan ruhunun direnme gücünü, bir damla umutla yeniden ayağa kalkabileceğini gösterir.
Sahnede canlanan her hikâye, bizi kendi içimize bakmaya, unuttuğumuz değerleri hatırlamaya ve empati kurmaya davet eder. Tiyatro, bireyi değil bütünü anlatır; çünkü sahnedeki her replik, insan olmanın ne demek olduğunu hepimize hatırlatır.
Bu yüzden tiyatro, yalnızca bir sanat dalı değil, aynı zamanda toplumları iyileştiren, geleceğe ışık tutan bir araçtır. Sığın(m)ak, bu güçlü aracın nasıl hayatları değiştirebileceğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sığın(m)ak, tam da bu gücü sahnede hakkıyla temsil eden bir oyun olarak karşımıza çıkıyor. Seda Özelsoy’un kaleme aldığı ve yıllar sonra yeni bir ekip tarafından yeniden hayat bulan bu eser, savaşın insan hayatında yarattığı derin izleri ve bu izlerin ortasında bir damla umudu anlatıyor.
Bu hikâye, savaşın yarattığı boşlukta dumanı tüten bir yuvayı ve kapıyı çalan, yardıma muhtaç bir yabancıyı anlatıyor. Yollar ve kader, kısa bir süreliğine birleşiyor; çünkü dünya masallar resimlere dönüşmeden hatırlanamaz.
Sığın(m)ak, savaşın sadece topları ve tüfekleriyle değil, insanların ruhlarına sapladığı görünmez kurşunlarla nasıl hayatları yok ettiğini gösteriyor. Savaş, dünyanın neresinde ya da tarihin hangi döneminde olursa olsun, insanları istemediği şeyleri yapmaya zorluyor, travmaları yaşamın bir parçası haline getiriyor. Oyunun gücü, bu acıyı sahnenin tüm çıplaklığıyla yansıtmasında saklı.
Pınar Yıldırım’ın etkileyici yönetimi, hikâyeye derin bir dokunuş katıyor. Oyuncular Akın Emre Binici, Aslı Tuğçe Güzelce ve Mert Yılmaz, karakterlerinin iç dünyalarını öyle bir ustalıkla canlandırıyor ki, onların hissettiklerini kalbinizin en derininde hissediyorsunuz. Her bir replikte, her bir sessizlikte, savaşın ağırlığını ve umudun kırılganlığını aynı anda yaşıyorsunuz.
Oyunun atmosferini zenginleştiren unsurlar da en az hikâye kadar güçlü. İzel Susam’ın müzikleri ve ses efektleri, sizi savaşın ortasında bir yuvaya taş
ıyor. Şiva Ertürk’ün tasarımları, o yuvanın sıcaklığını ve savaşın soğukluğunu aynı sahnede buluşturuyor. Ayşe Sedef Ayter’in ışık tasarımı ise, umudun kırılgan bir ışık gibi yanıp söndüğü anları unutulmaz kılıyor.
Bu oyunun perde arkasındaki emeği de unutmamak gerek. Dramaturjide Doğa Uğurel, müzik ve efekt masasında Özge Başer, reji asistanlığında Emirhan Uzun, sahne teknisyenliğinde Can Bilyay ve Yunus Can Toy gibi isimler, bu hikâyeyi hayata geçiren ekibin ayrılmaz parçaları. Her biri, Sığın(m)ak’ın güçlü bir şekilde sahnelenmesi için özveriyle çalışmış.
Ancak Sığın(m)ak’ı özel kılan yalnızca hikâyesi ve ekibi değil. Bu oyun, savaşın insanlık tarihindeki trajik değişmezliğine odaklanıyor. İnsanlar nereye giderse gitsin, hangi çağda yaşarsa yaşasın, savaşın yarattığı yıkımın birbirine ne kadar benzediğini gözler önüne seriyor. Sadece bir savaş hikâyesi değil bu; aynı zamanda dayanışmanın, hayatta kalma çabasının ve umut arayışının hikâyesi.
Oyun yazarı Seda Özelsoy’un, yıllar sonra yeniden yazdığı bu metin, geçmişin ve bugünün acılarını harmanlayarak, izleyiciye hem tanıdık hem de sarsıcı bir hikâye sunuyor.
Sahnede izlediğiniz her an, sizi düşünmeye ve hissetmeye zorluyor. Kapıyı çalan yabancının hikâyesi, bir anda sizin hikâyeniz oluyor. Savaşın soğuk nefesi ensenizde, ama bir yuvanın sıcağı avuçlarınızda… Sığın(m)ak, bir tiyatro oyunu olmanın ötesinde, insanlığın yaşadığı acıların ve umudun evrensel bir aynası. Eğer ruhunuzun derinlerine inmek, savaşın ve barışın gerçek yüzünü görmek istiyorsanız, bu oyun sizi bekliyor.
Sığın(m)ak, yalnızca izlenmez; hissedilir, sorgulanır ve yüreğinizde taşınır.