Kimi insanlar gündelik yaşamlarını bir hayhuy içinde, etrafında, yurdunda giderek dünyada neler olup bitiyor bunlara pek dikkat etmeden, üstünde düşünmeden ve hatta bir takımlar elde etmeden sürdürmek gibi bir kavanozun içinde yaşamayı tercih ederler.
En azından bu hususlarda kafa yormuş insanların dediklerine, yazdıklarına ve kitaplarına başvurmak gibi bir alışkanlıkları yoktur.
Öylesi rahat gelir onlara, gelişmeye de açık değillerdir.
Bir başka tür insanda neler olup bitiyor, yurtta, dünyada merak eder, izler ve kendince bir takım sonuçlara varır. Ve öyle ki kimi kez bu konuda uzmanlaşmış, doğru tespitlerde bulunmuş kimselerin görüşlerine başvurur, kitaplarını okur.
Bu biraz zahmetli bir iştir ama keyiflidir. Bir tembelin harcı hele hiç değildir.
Bir arkadaş, sevdiğim bir insan baktım geçen gün Bauman’ı okuyordu.
Bauman moderniz mi en iyi anlayan, analiz eden ve anlatan insanlardan, düşünürlerden biridir. Belli ki o arkadaş modernizmi bu hususta doğru tespitlerde bulunmuş bir usta aracılığı ile daha iyi anlamak ve kendi hayatını ona göre dizayn etmek, pozisyon almak yahut onun getireceği sıkıntıları rahat bir biçimde göğüslemek gibi bir hazırlık içinde olacak ve bu sıkıntıyı kolaylıkla atlatacaktır.
Şu bir gerçek ki hayat bir tecrübeler manzumesi ve bunları bir şekilde hikaye etme şeklinde tezahür eder. Tarihte bir tecrübeler ve onları hikaye etme olarak belirir.
İnsanlık tarihine baktığımızda insanoğlu bir takım tecrübelerini önce masallarla, mitlerle, destanlarla hikayeleştirmiştir.
Mitolojilerde ciddi bir hesaplaşmaya girmiş modern bilimcilik, hikaye etmeyi küçümsedi ve bir kavram olarak reddetti.
Bunun yerine bilimsel sıfatlı olarak teoriyi koydu.
Modernler teoriyi, insan zihnini, yanılsamalarla dumura uğrattıkları hikayelerden kurtaracak bir yenilik olarak selamladı.
Oysa umulan olmadı.
İlk olarak Newton’cu olandan Einstein’ci; oradan Heisenberg’ci olana tekmil progmatik dönüşümler, savrulmalar bilime olan imanı zedeledi. Ünlü bilim felsefecisi Popper’in işaret ettiği üzere “Bilimin yanlışlanabilir” olması, onun sarsılan konumunu tahkim etmedi.
Peki ondan sonra ne oldu.
Olan şu. Tam tersine bilime olan inancı ve bilimden yana olan beklentileri sınırlandırdı.
Bu gelişmeden sonra esas olarak yanlışlanan bilim karşısında yanlışlanması mümkün olmayan inançlar ve efsaneler mevzilerini tahkim etti.
İkinci olarak Heidegger gibi filozofların üzerinde çok durdukları bilimsel tarih ile teknik tarih arasında yaşanan beklenmedik rol değişimi ve bunun yol açtığı felaketli neticeler bilimsel hayata olan güveni sarsmıştır.
Bilim teknolojiye hakim olacak derken; teknoloji bağımsızlaşmış ve bilimsel hayata hakim olmaya başlamıştır.
Bu sebeple iyi kötü ahlaki normlara sahip olan bilimcilik ucuzlamış ve teknolojizme evrilmiştir.
Özetle bilimsel teorilerinde birer hikaye etme işi olduğunu anladık. Elimizde efsanelerden, felsefi düşüncelere, bilimden doktrin ve ideolojilere hayli zengin bir hikaye repertuarı var.
Ve onların sayısız yorumu mevcut.
İtiraz eden bir nokta veri modern devlet hikayelerine geldi.
Babacıl statüko karşısında ona sığmayanlara; evlatlara göndermede bulundu. Ulusalcılık aşıldı. Yer yer evrenselci ve sınıfsalcı oldu. Nihayetinde hepsi birer hikaye anlattı.
Sermayenin hikayesi ise sınır tanımaz bir fetiş olarak tezahür etti. Üretim; ama ağırlıklı olarak bir tüketim-refah hikayesi olarak tezahür etti. Ernest Lassiter’in vurguladığı gibi modern devlet paternalist bir hikayeye, efsaneye oturuyor.
Modern devlet ve realpolitik sanıldığı gibi hikayesiz bir sekülerliğin ürünü değil. Machiavelli’nin çırılçıplak anlattığı modern devlet, Hobbes’da karşımıza mitik bir varlık; yani Leviathan olarak çıkmadı mı?
Karatani bize modern zamanlarda topun devlet-ulus-sermaye arasında döndüğünü söylüyor.
Galiba bir takım şeylerin farkında olarak, idrak ederek yaşamak güzel. Öyle ki yanlışlar varsa düzeltmek mümkün.
Prof. Dr. Süleyman Öğün