İZNİKLİ LEYLEK  HALDUN TANER’in İZNİK YOLCULUĞU

0

1980 li yılların ortalarında merhum Gazeteci yazar Sami Karaören ile tanışmıştım Keramet Köyü altındaki yazlıklarına uğradığımda sohbet ederdik.

 

İlk o zaman Haldun Taner ile İznik üzerine yapmış oldukları eski sohbetlerden bahsetmişti.  Daha sonra 1989 yılında İstanbul’da Cumhuriyet Gazetesi’nde ki odasına uğradığımda Sami Karaören, bu konuda daha ayrıntılı bilgiler aktarmıştı. Haldun Taner, bir ziyareti sırasında Sami Karören’in İznik gölü kıyısında yazlıkta kaldığını öğrenince uzun uzun anlatmış. Haldun Taner’in 1950 yılında İznik yolculuğunu. Ve sonucunda da “İznikli Leylek” hikayesinin doğuşunu bana aktardı. Bu yazıyı o günlerden kalanları toparlayarak bende sizlere aktarıyorum.

 

        Ülkemizde, tiyatro denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Haldun Taner,

1950’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi Bölümü’nü bitirdi. Daha önce, Almanya’da Heidelberg Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler Fakültesi’ne bir süre devam etmişti. Ülkeye döndüğünde ise İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde asistan olarak göreve başladı.

 

Sanat Tarihi Bölümü, o yaz öğrencilerin çalışma ve araştırma yapabilmesi için, sanat tarihi için iyi bir laboratuvar olan İznik’e gitmeye karar verilmişti. Hazırlıklar yapıldıktan sonra Galata köprüsündeki Yalova İskelesi’nde buluşulacaktı. Erken gelenler Köprü altının meşhur Nargilecisi Acem’in kahvesinde oturuyorlardı Bu arda sabahın serinliğinde ince belli bardaklarda tavşankanı çaylarını yudumlarken Nargilecileri izlemekte ayrı bir zevkti.  Gruptan bazıları buraya kadar gelmişken Uzun Ömer’den birer Milli Piyango bileti alarak şanslarını denemeye karar verdiler. Bu arada gemi yolcularını almaya başlayınca onlarda malzemelerle gemiye bindiler.  Marmara da beyaz köpükleri arkasında bırakan Adalar Yalova vapuru ile Yalova ya vardılar. Sonra hep birlikte daha önceden hazırlanan bir otobüse binerek yola koyuldular. Bozuk olan şosede bir taraftan bolca toz yutarken sarsıntıdan bazıları fenalaştı. İznik Gölü kıyısında Orhangazi iskelesine geldiklerinde herkes kendini İznik gölünün serin sularına atmak için can attı. En azından bir kısmı da elini yüzünü yıkayarak hem tozdan arındılar hem de serinlediler. İznik’e gidecek İdris Yazan’ın  Motoruna  eşyalarıyla  bindikten sonra diğer yolcularla birlikte iskeleden hareket ettiler. O yorucu yolculuktan sonra suyun üzerinde serin bir havada yapılan yolculuk onlar için tek kelimeyle harikaydı. Tekne de onlardan başka yolcular ve mallarıyla tekneye binen tüccarlar vardı. Gölün berraklığı yeşil ve mavinin buluştuğu duruluk, herkesin neşesini yerine getirmişti. Alman Hoca İznik tarihi ve gölü hakkında bilgiler verirken. Gölün İznik için önemini vurguluyor sonra da. İznik te neler yapacaklarını anlatıyordu. Ama öğrenciler onun konuşmalarını dinlemek yerine çevrenin bakir kalmış doğal güzelliğine kendilerini bırakıyorlar. Bazen de eğilerek gölün suyunu birbirlerine atarak şakalaşıyorlardı. Bu arada Motor İznik gölünün kuzey kıyısına paralel gidiyordu Yol boyunca da bazı köy altlarına da uğrayarak devam ediyordu.  İznik İskelesi oldukça büyüktü ve birkaç tekne daha vardı. Eşyalarını indirilmesine Tekne tayfaları yardımcı oldular İskelenin yanındaki tek katlı beyaz badanalı bir kahveye yerleştiler. Onları bir görevli karşıladı. Birer yorgunluk çayı içtikten sonra, Haldun Taner, birkaç hoca ile İznik e, Arabacı Kazım’ın yaylısıyla şehir merkezine gittiler.  İznik Kaymakamı Hamdi Görkök ü makamında ziyaret ederek ilgileri için teşekkür ziyareti yaptılar.

 

Okul yönetimi gereken yazışmaları daha önceden yapmıştı zaten. Onlara tahsis edilen hana geçtiler. Belediye Başkanı Mustafa Doğan da onları orada karşıladı. Eşyaları ve diğer öğrencilerin nakledilmesi için yaylıları tahsis etmiştiler. Arabacı Kazım’ın yaylıları eşyalar ve öğrencilerle İskele Sokak’tan yukarı doğru gitmeye başladılar ki sol taraflarında bir Minare görünce heyecanlandılar. Bak işte tarihi cami karşımızda dediler. Ama yaklaşınca oldukça yeni bir cami olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradılar. Ama yine de durdular arabalardan inip incelediklerinde Cebeci Camii 1948 yazdığını gördüler. Arabalara binerek yola devam ettiler. Bu sefer yolun sonunda gerçek bir Osmanlı yapısıyla karşılaştılar. Fakat akşam yaklaştığında hocalar bir an evvel gitmelerini isteyince yola devam ettiler. Biraz sonra da dört yolda Ayasofya’ yı da gördüler. Fakat artık gelmişlerdi Arabalar, hanın bahçesine girmeye başlamıştı bile zaten. Herkes artık akşam olduğunda hana yerleşmişti hanın üst kısmı onlara tahsis etmiştiler. Akşamda hanın avlusunda kasaba erkânı bir hoş geldin yemeği verdiler. Uzun ve yorucu bir yolculuk nedeniyle herkes erkenden odalarına çekildi. Yarın bilmedikleri tanımadıkları bir kasabanın keşfi başlıyordu.

 

Bu nedenle Sanat tarihi kürsüsünde Alman ve Türk hocalar ve öğrencilerle birlikte İznik’e geldi.  O dönemde İznik’te kalınabilecek mekân olarak hanlar vardı; Cambazların Hanı, Hamit’in Hanı, Arnavut Arif’in Hanı ve Babacanların Hanı. Kendilerine göre en uygun olan iki katlı olan Babacanların Hanı’nı seçmiştiler. Yola ve avluya bakan odalardan oluşan handa, avluda hayvanlar için barınma yerleri vardı. Hanın kahvesi onların kahvaltı yeri, bahçesi de oturma ve toplanma alanı işlevini görüyordu. Babacanların Hanı’nda odalara yerleştikten sonra İznik’te tarihi yerleri gezip eserlerle ilgili çizimler yapıyor. Alman Hocaların anlatımlarını alanlarda dinliyorlar, akşamları da handa günlük çalışmaları toparlıyorlardı. Ertesi günlerde ise ellerinde K.Ottodorn’un (*) “Das İslamik İznik” kitabıyla İznik’in sokaklarını arşınlıyorlardı. Genelde anında tercüme işi ise Haldun Taner’in üzerindeydi. Bu da onun kaçamak yapmasını önlüyor sürekli hazır vaziyette bekliyordu. Bu arada  Haldun Taner’ in ilgisini ise, hanın bahçesinde dolaşan leylek çekmişti. Gerçi Leylek Hanın bahçesinde salına salına dolaşmasıyla herkesin özellikle öğrencilerin ilgisini çekiyordu. Leylek bütün gün bahçede geziniyor ama hem cinsleri gibi uçamıyordu… Hancının ya da gelen gidenin verdikleriyle yaşamını sürdürüyordu.

 

İşte bu gözleminden yola çıkarak, kaleme aldığı hikâye; ‘’İZNİKLİ LEYLEK’’ di.

Bu hikâye, Haldun Taner’in kitapları arasında çıkan ‘’BÜTÜN HİKAYELER-3’’  kitabındaki hikayeler arasında yer almaktadır.

 

Haldun Taner’in yaşamından daha sonraki yıllarda, İznik’ten iki anekdot da vardır;

Yıllardan sonraydı, Haldun Taner, ve arkadaşlarıyla yolu İznik e düşmüştü.

Yeni hazırladığı oyunu  “ Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’’nın son şeklini İznik’te yönetmen Çetin İpekaya ve Tomas Fasulyeciyan’ı oynayan Münir Özkul ‘la birlikte vermiştir. Ve rivayet edilir ki tiyatro ile ünlü söz olan;

’Teatro dediğin nedir ki?

             İki Heves, bir kalas’’ sözü de burada söylenmiştir.

 

Haldun Taner’in gezi notları “Yollara Düşünce”  arasında zaman zaman kendi hayatından kesitler de buluruz. Hindistan sokaklarında rastladığı “derviş olma yolunda bir Amerikalı” ona şunu hatırlatmıştır: “Bir zamanlar ben de nefsimi köreltmek için benliğimin burnunu kıracak böyle temrinler yapardım. Örneğin İznik’te bir yarım gün bir boya sandığı kapıp önüme çıkan herkesin ayakkabısını pırıl pırıl boyamış, kimseden para da almadığım gibi o şehre yeni gelmiş bir deli boyacı sanılmıştım.” der. Bizim de İznikli Leylek’imiz burada biter.

 

(*)      OTTO-DORN (Katharina), Alman sanat tarihçi (Wiesbaden 1908). 1937’de İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne üye oldu, Türk-İslam sanatı üzerine incelemeler yaptı. Heidelberg Üniversitesi’nde doçent (1950) ve profesör (1953) oldu. Aynı yıl Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Sanat tarihi bölümünü kurdu, on üç yıl burada görev yaptı. 1967’ye değin Kubad-âbâd* sarayı kazılarını yönetti. Türk-İslam sanatına ilişkin kitaplarının yanı sıra çeşitli dergilerde bu sanata ilişkin çeşitli yazıları yayımlandı. Başlıca yapıtları: Das İslamische İznik (İislam iznik’i) [R. Anhegger ile, 1941]; Turkische keramik (Türk seramikleri) [1957]; Die Kunst das İslam (İslam sanatı) [1964

 

 

 

 

Leave A Reply

Your email address will not be published.