Her yıl 10 Kasım sabahı, Türkiye’nin dört bir yanında kalplerde bir burukluk, gözlerde bir hüzün belirir. Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı bu tarih, bir kaybın ötesinde, bizlere bıraktığı mirasın önemini daha derin hissettiğimiz bir gün olarak hafızalara kazınır. Bu özel gün, yalnızca onu anmak değil, onun ideallerine duyduğumuz bağlılığı her nefeste hatırlamak demektir.
1881 yılında Selanik’te dünyaya gelen Mustafa Kemal, küçük yaşlardan itibaren zorluklarla baş etmenin ve sorumluluk almanın ne demek olduğunu öğrenmiş bir çocuktu. Askeri okullardaki üstün başarısı, onun ileride milletini özgürlüğe kavuşturacak bir lider olarak yetişmesini sağladı. Özellikle Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği cesaret ve liderlik, yalnızca Osmanlı’nın değil, gelecekteki Türkiye’nin de kaderini değiştirecekti. Cephede askerlerine söylediği “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” cümlesi, özgürlük mücadelesinde ne denli kararlı olduğunun en somut göstergesiydi.
Ancak Mustafa Kemal’in gerçek kahramanlığı, yalnızca savaş meydanlarında değil, toplumun her alanında yenilikler getirerek halkına yeni bir ufuk açmasında yatıyordu. Kurtuluş Savaşı’nı zaferle tamamladıktan sonra, Osmanlı’nın yıkıntılarından yepyeni bir Cumhuriyet doğdu. Artık Türkiye, kendi ayakları üzerinde duracak, özgürlüğüyle, çağdaşlığıyla dünyada örnek gösterilen bir ülke olacaktı.
Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal, bununla yetinmeyerek ülkenin modernleşmesi için köklü devrimler gerçekleştirdi. Eğitimde, hukukta, ekonomide ve kültürde attığı adımlar, Türk milletinin geleceğini aydınlatmaya yönelikti. Latin harflerine geçiş, kadın haklarının tanınması, sanayileşme hamleleri, tüm bunlar, bir liderin milletini nasıl dönüştürdüğünün en güçlü kanıtlarıydı. Özellikle kadınlara verdiği haklar, dönemin çok ilerisinde bir bakış açısını yansıtıyordu. Dünyada kadınların sosyal ve siyasi hayatta yerini sorgulayan ülkeler varken, Atatürk Türkiye’sinde kadınlar seçme ve seçilme hakkını kazanıyordu.
Bu yenilikler, Türkiye’yi yalnızca Batı’ya yaklaştırmak için değil, milli bir kimlik ve çağdaş bir gelecek inşa etmek için yapılan devrimlerdi. Atatürk, “Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” ilkesini belirleyerek, ülkenin hedefinin yalnızca bağımsızlık değil, aynı zamanda gelişmiş ve ilerlemiş bir toplum olması gerektiğini işaret etmişti.
Atatürk, gençliği bu ülkenin geleceği olarak görüyordu. “Ey Türk Gençliği!” diye başlayan ünlü hitabında, ülkenin en zor zamanlarında dahi gençlere güvenini dile getirmiş, vatanın onlara emanet olduğunu vurgulamıştı. O, gençliği yalnızca bir nesil olarak değil, ülkenin ilerlemesinin teminatı olarak görüyordu. Bu sebepledir ki eğitim reformları ve fırsat eşitliğine dair çalışmalarıyla, gençlerin çağdaş dünyada kendine yer bulmasını sağlamak için ömrünü adadı.
10 Kasım’da, onun emanetini sahiplenen her bir gencin kalbinde onun sözleri yankılanır. Atatürk’ün mirası, yalnızca bir tarihe değil, bugüne ve geleceğe dokunan bir rehberdir. Onun değerlerine bağlı kalmak, bu mirası yaşatmak, genç nesillerin omuzlarında büyüyen bir sorumluluktur.
Bugün, yalnızca bir veda günü değil; onun ışığında aydınlanmaya devam eden bir ülkenin gurur günüdür. Sirenler çaldığında, saygı duruşunda duran her birey, Atatürk’ü yeniden yaşatır. Çünkü Atatürk, yalnızca geçmişin değil, geleceğin de lideridir. Her 10 Kasım, onun değerlerine, ilkelerine, milletine duyduğu sevgiye ve inanca minnetle sarıldığımız bir anma günüdür. Onun mirasını yaşatmak, geleceğin daha parlak, daha güçlü Türkiye’si için yürüdüğümüz yolda her birimizin görevi olarak kalacaktır.
Ata’nın anısını yüreğimizde taşırken, onun idealleri ve hedefleri ile yol almak, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet payidar kılmak için verdiğimiz bir söz gibidir. Atatürk, yalnızca bir lider değil; sonsuzluğa uzanan bir fener, bir özgürlük ve çağdaşlık sembolüdür. Bu topraklarda onun izleri, kalbimizdeki yeri her zaman aynı canlılıkla sürecektir. 10 Kasım, bir son değil, Atatürk’ün bizlere ışık olmaya devam ettiği bir yeniden doğuştur.
