MADISON BEER: KIRIK BİR RUHUN MELODİSİ

0

 

Bir sabah uyanırsınız, kahvenizi elinize alır almaz sosyal medyada gezinirken bir video görürsünüz. Siyah beyaz filtreli, loş bir ışıkta, genç bir kız bir cover söylüyor. Ama öyle bir söylüyor ki… Sesinin içinde sadece notalar yok; hüzün var, umut var, geçmiş var. İşte Madison Beer ile ilk tanışmam böyle oldu. Sadece sesine değil, hikâyesine de tutuldum. Ve bugün, onun yolculuğunu size anlatmak istiyorum. Çünkü bu yalnızca bir pop yıldızının hikâyesi değil; bu, kendi sesini bulmaya çalışan bir genç kızın çığlığı.
Her şey bir odayla başladı. Sade, loş ışıklı bir odada, 13 yaşındaki bir kız kamera karşısına geçti ve bir cover şarkı söyledi. Sesinde öyle bir samimiyet vardı ki… Bu sadece bir “güzel ses” değildi. O, kalbinden geleni söyleyen bir çocuktu. 2012 yılında YouTube’da yüklediği videolardan biri, Justin Bieber’ın dikkatini çekti. Ve işte o tweet… Madison’ın hayatını sonsuza dek değiştirdi.
Ama o tweetin gölgesi, sanıldığı kadar parlak değildi. Genç yaşında şöhretin içine itilmişti ve henüz kim olduğunu bile çözmeye çalışan biri için bu, fazlasıyla ağırdı. Müzik endüstrisi onu hemen şekillendirmeye başladı. Ama Madison bir kalıba sığacak biri değildi. O, kendi şarkısını yazmak isteyen bir hikâye anlatıcısıydı.
2013 yılında çıkan ilk teklisi “Melodies”, onun için bir çıkış noktasıydı ama gerçek Madison’dan izler taşımıyordu. Şarkının bir yerinde şöyle diyordu:
“I hear melodies in my head, I was told to write them down…”
Kulağa eğlenceli geliyor değil mi? Ama dikkatle dinleyince, o satırlarda bile genç bir kızın bastırılmış sesini duyuyorsunuz. Bir şeyler yazmak, anlatmak istiyor. Ama ona ne yazması gerektiği söylenmiş gibi.
Madison 2018 yılında “As She Pleases” adlı ilk bağımsız EP’sini yayınladı. Ve işte o an… Gerçek Madison sesiyle tanıştık. “Dead” adlı şarkısında şu sözlerle sesleniyordu:
“You say you can’t live without me, so why aren’t you dead yet?”
Bu cümle, bir aşk acısının ötesindeydi. Bu, duyulmamanın, ciddiye alınmamanın haykırışıydı. Sevilmediğinde bile kendini parçalayan kalplerin cümlesiydi bu. Genç yaşında yaşadığı toksik ilişkileri müziğe dönüştürerek, onu dinleyen binlerce insanın yarasına derman oldu.
“Home with You” ise adeta bir özgürlük manifestosuydu. Özellikle şu sözler, Madison’un bir birey olarak var olma çabasını çok iyi anlatıyordu:
“I ain’t got no time for no games, tell me what you like but it’s never gonna change.”
Bu şarkıyla, ona biçilen ‘it girl’ imajını parçalamıştı. Artık biri olmak zorunda değildi, kendisi olarak kalmak istiyordu.
2021’de çıkan ilk stüdyo albümü “Life Support”, Madison’ın hem en karanlık hem de en dürüst işiydi. O dönemde depresyon, kaygı bozukluğu ve panik ataklarla mücadele ediyordu. Albüm, onun terapi seansıydı adeta.
En çok öne çıkan şarkılardan biri olan “Selfish”, sosyal medyada viral oldu. Ama bu sadece bir aşk şarkısı değildi; bu bir iç döküş, bir “neden yetmediğimizi” sorgulayıştı:
“I don’t wanna be somebody else, just don’t wanna hate myself…”
Bu sözleri dinlerken birçok kişi ağladı. Çünkü Madison yalnız değildi. O acı hepimize tanıdıktı.
Ve “Stained Glass”… Belki de Madison’ın en kırılgan şarkısı. Şöyle diyordu:
“My skin is made of glass, but apparently it’s stained…”
Cam gibi kırılgan, ama kirlenmiş bir ruhun satırlarıydı bunlar. Üzerine yapışan etiketlerden, yanlış anlaşılmalardan, kendi olamamanın verdiği yorgunluktan doğmuştu. Ve ne kadar içten söylediyse, o kadar içimize işledi.
Madison, bu karanlıklar arasında sanatının sınırlarını da zorladı. Sanal pop grubu K/DA’de League of Legends karakteri Evelynn’i seslendirdi. “Pop/Stars” ve “More” gibi şarkılar, dünya çapında milyonlarca kez dinlendi. Ancak bu yapay evrende bile Madison’ın sesi yine kendine özgüydü, duygusunu kaybetmemişti.
Özellikle “More” şarkısında söylediği:
“I got it and I want more, yeah I got it and I want more…”
satırları onun sadece bir karakter değil, arzularını dile getiren bir genç kadın olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. O artık sadece şarkı söyleyen bir figür değil, duyguların kılığına girmiş bir gerçeklikti.
Madison Beer bugün hâlâ müzik yapıyor, ama daha da önemlisi duygularını saklamadan yapıyor. Belki hâlâ zaman zaman kayboluyor, belki bazen hâlâ yeterince anlaşılmadığını hissediyor. Ama artık kendi sözleriyle bir yol açıyor. Her şarkı, onun için bir iyileşme alanı. Ve bu şarkılar, bizim de iyileşmemize yardım ediyor.
Madison Beer bize şunu öğretiyor: Zayıf olmak, kırılmak, ağlamak utanılacak şeyler değil. Asıl mesele, o kırıklıkların içinden müzik çıkarabilmek. İşte o zaman yalnız kalmazsın. Çünkü bir yerlerde, senin gibi hisseden biri, sesini duyuyor olur.

Leave A Reply

Your email address will not be published.