Hayat bazen karşımıza öyle sesler çıkarır ki, nereden geldiğini bilmeden, o sesin içinde kayboluruz. İşte 2006 yılında Romanya’nın masmavi kıyılarında doğan Daria Comănescu, sahne adıyla Dharia, tam da böyle bir etki yarattı. Henüz çocuk yaşta ama kalbinden dökülen melodilerle dünyanın dört bir yanına ulaşmayı başaran biri o.
Bugün müzik dünyasına baktığımızda, her şeyin hızla tüketildiği, şarkıların birkaç hafta sonra unutulduğu bir dönemdeyiz. Ancak Dharia’nın sesi… O unutulmuyor. O ses, dinleyeni bir yerden alıyor ve belki de unuttuğu bir yere, çocukluğuna, yaz akşamlarına ya da içine gömdüğü o hafif hüzne götürüyor.
İlk büyük çıkışını yaptığı “Sugar & Brownies” şarkısını hatırlıyorsunuz değil mi? Türkiye’de bir anda her yerde çalmaya başladı. Radyo kanallarında, alışveriş merkezlerinde, arkadaş sohbetlerinde… Kim olduğuna, kaç yaşında olduğuna dair bir fikrimiz yoktu ama bir şekilde o şarkının içtenliğini hissetmiştik.
İşte bu, Dharia’nın en büyük gücü: Samimiyet.
Henüz 13 yaşında adım attığı müzik dünyasında, sesi de görüntüsü de yaşıtlarına göre çok daha olgun ve etkileyiciydi. Thrace Music gibi Romanya’nın önemli müzik şirketlerinden biriyle anlaşması, onu Brianna ve Kate Linn gibi isimlerle aynı ailenin içine dahil etti. Belki de bu yüzden müziğinde hep bir sıcaklık, bir tanıdıklık hissediyoruz. Çünkü o, müziğin içine doğmuş gibiydi.
Thrace Music, son yıllarda Türkiye’de ve dünyada tanıdığımız pek çok Rumen sanatçının çıkış noktası oldu. Dharia da bu akımın en parlayan üyelerinden biri. Onu farklı kılan ise yalnızca sesi değil; yaşından beklenmeyecek kadar derin duygularla şarkı yazabilmesi. Belki de bu yüzden “Sugar & Brownies” Hindistan’da bile yılın en çok aranan şarkısı oldu. Dil farklıydı, kültür farklıydı ama Dharia’nın sesi, sınırları aşmayı başardı.
Sonrasında gelen “August Diaries”, Dharia’nın sadece bir tesadüf olmadığını gösterdi. O büyüleyici atmosfer, hafif melankoliyle karışık neşe… Dharia bir şarkı söylerken sadece kulağımıza değil, ruhumuza da dokunuyordu. Belki de bu yüzden onun şarkılarını dinlerken zaman yavaşlıyor. Belki de bu yüzden, tanımadığımız birinin sesinde kendimizden parçalar buluyoruz.
O hala genç. Hala yolun çok başında. Ancak bugüne kadar attığı her adımda, çok az kişide gördüğümüz bir incelik var. Müziğe yaklaşımı, şarkı söylerken ki sade ama etkileyici duruşu, insanı büyüleyen bir samimiyet taşıyor.
Şu anda büyük stadyumlarda konserler vermiyor olabilir, her yerde adını görmüyor olabilirsiniz. Ama bazen en değerli yıldızlar, en sessiz parlayanlardır. Dharia tam da böyle bir yıldız. Şöhreti gürültüyle değil, yavaş yavaş ve gerçek bir sevgiyle büyüyor.
Bir gün belki adını dev festival afişlerinde görürüz. Belki de o hep böyle, kendine özgü, naif bir yolda yürür. Nasıl olursa olsun, Dharia’nın sesi bize hep bir şeyi hatırlatacak:
Ve Dharia, işte tam da bunu yapıyor. Sessizce, zarifçe ve en içten haliyle…
Geçen yaz, şehirden uzak bir sahil kasabasına gitmiştim. Günlerden bir gün, küçük bir kafede oturuyordum. Hava sıcak, deniz kokusu burnumda. Bir anda hoparlörden tanıdık bir melodi yükseldi: “Sugar & Brownies.” İnsanlar konuşmayı kesti. Sanki herkes, o anda başka bir dünyaya açılan bir kapı bulmuş gibiydi. Bir masa, kendi arasında mırıldanarak şarkıya eşlik etmeye başladı. Gözler kapandı, gülümsendi.
O an şunu düşündüm: Bazı şarkılar zamanı durdurur. Bazı sesler, nerede olursak olalım bizi olduğumuz yerden alıp götürür. Dharia’nın yaptığı tam olarak buydu. Küçücük bir kafede, dünyanın bambaşka köşelerinden gelen insanlara aynı duyguyu yaşatabilmek… İşte gerçek müzik bu değil de nedir?
Eğer henüz yapmadıysanız, bir akşam güneş batarken, kulaklığınızı takın, telefonunuzu sessize alın ve Dharia’nın “August Diaries” şarkısını açın. Sözlerin ne dediğini anlamasanız bile hissettiklerinize kulak verin. Çünkü bazı şarkılar anlamaya değil, hissetmeye gelir.
Ve kim bilir… Belki o an Dharia’nın zarif sesinde, kendinizden bir parça bulursunuz.