AHBAP VE BÜYÜK LEBOWSKİ: ABSÜRT MİZAHIN ZİRVESİNDE BİR KÜLT KLASİĞİ

0

Sizi bilmem ama ben, Coen Kardeşler’in filmleriyle her buluşmamda, sinema sanatının başka bir boyutuna adım attığımı hissediyorum. 1998’de çıkış yapan “Büyük Lebowski” (The Big Lebowski) de tam olarak böyle bir deneyim sunuyor. İlk bakışta bir kara komedi gibi görünse de, bu film, mizahın, absürtlüğün ve karakter derinliğinin bir karışımı. Hazırsanız, Jeffrey Lebowski’nin (namıdiğer Dude veya Ahbap) eksantrik dünyasında birlikte bir yolculuğa çıkalım. Beyaz Rus (White Russian) kokteylinizi hazır edin, çünkü bu yolculuk sıradan değil!

 

Jeffrey Lebowski, hayatı çok ciddiye almayan, bowling salonlarında vakit geçiren ve “gamsızlığın kitabını yazmış” bir adam. Bir gün, kendi adını taşıyan bir milyonerle karıştırılması sonucu başına gelen talihsiz olaylarla sıradan dünyası altüst oluyor. Evinin kapısını çalan iki gangster, onun değerli halısına zarar verir ve bu olay Dude’un yaşamındaki “macera”nın başlangıcı olur.

 

Durun bir dakika, halı mı dedim? Evet, çünkü bu halı, Dude için sadece bir dekorasyon değil; onun deyimiyle “odanın bütünlüğünü sağlayan” bir parça. İşte tam da bu nedenle Dude, hakkını aramak için diğer Lebowski’nin malikanesine gider ve kendisini bir dizi garip olayın ortasında bulur.

 

Coen Kardeşler, sinema dünyasında zeka dolu senaryoları ve sıra dışı anlatım tarzlarıyla tanınır. “Büyük Lebowski” de bu gelenekten sapmıyor. Filmde, kara mizah ve absürt olay örgüsü mükemmel bir şekilde harmanlanmış. Dude, bir yandan olayları çözmeye çalışırken, diğer yandan kendi “hayata boşvermiş” felsefesini asla elden bırakmıyor.

 

Peki ya yan karakterler? John Goodman’ın canlandırdığı Walter Sobchak, eski bir Vietnam gazisi ve Dude’un en yakın arkadaşı. Walter’ın öfke patlamaları, filmin komedi unsurlarından biri. Steve Buscemi’nin Donny’si ise grubun saf ve tatlı üyesi. Tabii bir de Julianne Moore’un canlandırdığı Maude var: Eksantrik bir sanatçı, feminist bir ikon ve Dude’un hikayesine renk katan bir karakter.

 

Filmde bowling salonu, yalnızca bir mekan değil, aynı zamanda Dude’un yaşam tarzını simgeleyen bir yer. Dude ve arkadaşları Walter ile Donny, burada hayata dair hiçbir şey konuşmasalar da, aslında her şeyi konuşurlar. Bowling toplarının yuvarlanışı gibi, hayat da kendi ritmiyle akar gider.

 

Coen Kardeşler, sıradan gibi görünen bu mekanda, karakterlerin iç dünyalarını ve mizah anlayışlarını mükemmel bir şekilde yansıtır. Belki de bu yüzden bowling, filmde bir spor olmanın ötesine geçer; adeta bir metafora dönüşür.

 

Rüya sahnelerine gelirsek… Ah, o sahneler! Bowling toplarının devasa bir koreografiye dönüştüğü anları hatırlıyor musunuz? Dude’un düş dünyasına yapılan bu yolculuklar, filmin absürt yapısını daha da güçlendiriyor. Roger Deakins’in görüntü yönetmenliği, bu sahnelerde adeta bir sanat eserine dönüşüyor. Her detay, Dude’un kafasının içindeki kaosu ve aynı zamanda dinginliği anlatıyor.

 

Carter Burwell’in bestelediği özgün müzikler ve filmin soundtrack albümü, hikayeyi tamamlayan unsurlardan biri. Bob Dylan’dan Creedence Clearwater Revival’a kadar pek çok efsanevi isim, bu hikayeye eşlik ediyor. Müzikler, izleyiciyi bir anda 90’ların başına ışınlıyor ve Dude’un dünyasına tamamen dalmanızı sağlıyor.

 

“Büyük Lebowski” gişede büyük bir başarı elde edememiş olabilir, ama zamanla kült bir film haline geldi. Peki, ne oldu da bu film bir fenomene dönüştü? Sanırım bunun cevabı, Dude’un temsil ettiği “gamsızlık” felsefesinde saklı. Modern dünyanın karmaşasında, Dude gibi bir karakter herkesin özlem duyduğu bir tarafı temsil ediyor.

 

2002’den itibaren düzenlenmeye başlayan Lebowski Festivalleri, bu kültün ne kadar güçlü olduğunu kanıtlar nitelikte. Dünyanın dört bir yanından insanlar, Dude’un giyim tarzını taklit ediyor, bowling oynuyor ve filmi tekrar tekrar izliyor. Bu sadece bir hayran etkinliği değil; aynı zamanda bir yaşam tarzının kutlaması.

 

Coen Kardeşler, “Büyük Lebowski” ile 1940’ların kara filmlerine mizahi bir selam gönderiyor. Raymond Chandler’ın eserlerinden ilham alan bu film, klasik kara film anlatısını alıp, onu absürt bir mizahla yeniden yorumluyor. Dude, Humphrey Bogart’ın canlandırdığı karizmatik dedektif Philip Marlowe’un tam tersi bir figür. Tembel, biraz dağınık ama bir o kadar da samimi ve sevilesi.

 

“Büyük Lebowski” bir filmden çok daha fazlası. O, bir yaşam felsefesi, bir dönemin ruhu ve bir sanat eseri. Dude’un dediği gibi, “Hayat devam ediyor.” Ama arada sırada durup, bir Beyaz Rus hazırlayıp bu filmi tekrar izlemek, modern dünyanın karmaşasından bir an olsun kaçmak için harika bir fırsat. Eğer hâlâ izlemediyseniz, artık ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Şimdi arkanıza yaslanın ve Dude’un dünyasına kendinizi bırakın. Çünkü bu dünyaya bir kez girdiniz mi, bir daha çıkmak istemeyeceksiniz.

Leave A Reply

Your email address will not be published.