Hayat, konfor alanımızın bittiği yerde başlar. Bu sözü mutlaka bir yerlerde duymuş ya da konfor alanı dışına çıkmanın önemi ile ilgili yazılara denk gelmişsinizdir. Bizi rahatsız eden, adrenalin salgılatan ve heyecanlandırarak konfor alanımızın dışına çıkaran şeylere karşı konulamaz bir çekimimiz olduğu tartışılmaz bir gerçek.
Ekstrem sporlar ya da yukarıdan aşağıya hızla inen bir roller coaster’ın hissettirdikleri ve bedenimizde yarattığı değişim güvenliğimizi tehdit etmediği sürece hepimiz için oldukça zevk verici.
Korku filmleri de tam olarak insanın korku duygusundan aldığı bu hazzı doyurma amaçlı ortaya çıkmış eğlence araçladır. Tüm filmlerde, kahramanlar genelde güvende kalabilmek ya da mutlu sona ulaşmak için bir tür tehditle karşı karşıya kalmasına rağmen, korku filmleri nasıl baş edileceği bilinemeyen yaratıklar, aniden atılan çığlıklar hayal gücünün sınırlarını zorlayan vahşet sahneleriyle diğer filmlerden çok daha farklı özelliklere sahip.
Finlandiya’daki Üniversite de yapılan ilginç bir araştırma, bizi bu kadar korkutan ve dehşete düşüren sahnelerle dolu korku filmlerinin neden eğlence amaçlı kullanıldığına cevap bulmaya çalışmış. Araştırmacılar son yüzyılın en iyi ve en dehşet verici 100 korku filmini ve bu filmleri izledikten sonra ortaya çıkan duyguları araştırarak çalışmada kullanacak filmleri belirlemişler. Yapılan bu ön araştırmanın sonuçlarına göre her 10 kişiden 7’s 6 ayda en az bir kez korku filmi izliyor. Bu kişiler korku filmi izlemek istemelerinin nedenini ise korku ve kaygıdan çok heyecan duygusunu deneyimlemek istemeleri olarak belirtiyorlar. Ön araştırmanın bir diğer ilginç sonucu ise, katılımcıların büyük bir çoğunluğunun korku filmlerini tek başına değil arkadaşları ile izlemeyi tercih etmesi.
Yani korku filmlerini bireysel eğlenceden çok sosyalleşmek için bir araç olarak kullanıyoruz. Araştırma sonuçlarına göre psikolojik gerilim içerikli, gerçek olaylara dayandığı söylenen ve öngörülemeyen sahnelere yer veren korku filmleri izleyiciler tarafından en korkutucu bulunan korku filmi türleri arasında. Bu bulgu aslında insanlar deneyimlediği iki tür korkuyu yansıtıyor. Bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğimizde deneyimlediğimiz içgüdüsel korkunun, aniden üstümüze atlayan bir canavarı gördüğümüz andaki korku yanıtı ile benzer olduğunu söylüyor.
Beynin oldukça karmaşık öğeler barındıran, sürekli değişen, bilinmezliklerle dolu sahnelerin yer aldığı korku filmlerinin yarattığı korku ile nasıl başa çıktığını anlamak isteyen araştırmacılar, katılımcıların korku filmi izledikleri sırada beyinlerinde gerçekleşen aktiviteleri MRI cihazlarıyla ölçümlediler. Kaygının yavaş yavaş yükseliş göstermeye başladığı zamanlarda beynin karşılaşılan tehdit ile ilgili ipuçlarını daha dikkatli yakalayabilmek için görsel ve işitsel algı ile ilgili kısımlarımın daha aktif olduğu gözlemlendi. Ani bir şok yaşandıktan sonra ise beynin duygu işleme, tehdidin yoğunluğunu değerlendirme, karar verme ve ani tepki verme fonksiyonlarından sorumlu kısımlarının aktive olduğu görüldü. Bununla birlikte, film boyunca aktivasyon deaktivasyon döngüsü içinde olan bu bölgelerin bireyin bulunduğu fiziksel ortamda gerçek bir tehdit varmışcasına duyulardan sorumlu bölgelere iletişim olduğu içinde olduğu da gözlemlenen sonuçlar arasında.
Araştırmanın sonucu, insan beyninin tehlikeler karşısında sürekli uyanık ve alarm durumunda olduğunu ve korku filmi yapımcılarının beynin bu işlevini etkili bir eğlence olarak kullandıklarını gösteriyor. Bir sonraki köşe yazıma kadar görüşmek üzere.