BENİM KOCAMAN BİR DERDİM VAR

0

Nietzseh’e göre Apolloniyen davranış rüyadan başlar.

Martin Luter King bütün konuşmalarına ‘Benim bir rüyam var’ diye başlardı. Herkesin bir düşü, bir hayali, bir ülküsü var.

Bütün herkesin hayatının bir hikayesi var. Kendi varlığına bir hikaye yaratamayan insan umudunu canlı, yani hayat sahibi yapamaz.

Necati Cumalı yanlış hatırlamıyorsam ‘ Nalınlar’ adlı oyununda bir tıradda şöyle seslenir ‘Sabır bir umut çiçeğidir’.

Benimde ‘Milli Kütüphane Genel Müdürü Dr. Müjgan Cumbur’un sözünü yazdığı ve yine benim resimlediğim ‘İhtiyar Duygu’ adlı şiir kitabımda bir şiirimde

Mutsuz yaşanır ya

Umutsuz yaşanmaz

Dizeleri yer alır.

Nasıl oldu, nasıl yerleşti içime bu kar gibi ateş bilemiyorum.Doğrusunu isterseniz tam olarak da kestiremiyorum.

Hep hayattan yana oldum, hayatın sürüp gitmesine yardımcı olmak pek hoşuma gitti, beni sevince boğdu.Daha ne yapabilirim diye kıvranıp durdum.Bunda hiç mubala yok.

Hani burada bitmeyen bir bitkinin tohumlarını alıp getirsem, ceplerime doldursam, onları dağa taşa diksem ve onlar orada bitse, boy verse her halde buna fiziksel sarhoşluk diyebilirim.

Bir deniz yolculuğunda vapurun trabzanlarına yaslanıp bir yandan denize bakıp, bir yandan o beyaz, bembeyaz martılara yiyecek atmak coşturmaz mı insanı?

Bir aç insana yemek vermek.

Yani insana dokunmak. Sevmek Dokunmaktır. Bir çocuğu sevindirmek, ona uçurtma yapmak, bir yerde uçurabilmesi için ona güzel ip almak, fenerli, balonlu uçurtmalar yapmak oradaki neşe bütün kainata yayılırken, bunda benimde payım var demek sizi en azından mesut kılmaz mı?

Güzel şeyler anlatmak, bütün içimi paldır küldür, serazat bir şekilde dökmek ama güzel bir biçimde dökmek istiyorum.Ama nafile. Hayatın güzelliği karşısında ben ne desem, ne tınılasam cılız kalır.Yani premature doğar. Hayat baskın çıkar.

Orhan Veli demiyor mu?

‘Deli eder beni bu dünya.’

Sana mis gibi yemişleriyle, meyveleri ile o masmavi gökyüzü ile velhasılı her şeyi ile sana hizmet eden yaradılış, seni olgunlaştırıp kaderine doğru yol aldırırken, sen ona borçlu olduğunu hmez misin.

Ve ona bir borcun olduğunu düşünmek istemez misin.

Böyle düşünürken aklıma hep sabırlık denen bitki geliyor. Tarla kuşu geliyor.

Ama şimdi size başka bir hikaye anlatacağım.

Gündüzü kaybeden kuş.

Kuşun adı Miha. Hacı Süleyman çiftesini kaldırıp ateşler ve Miha vurulur. İki gözü de kör olur.

Miha kanatlarına kuvvet uçar durur. Artık gece olmuştu. Miha hala gündüzü arıyor ama bulamıyordu.Kanatları ağırlaşıyordu.Kanatlarınla aydınlığa varamayacağını anladı, işte o zaman masum sesiyle mavi yükseklikleri yaratmaya kalkıştı. Şarkı söyledi. Şarkısıyla ve içinin ateşi ile zindan kesilen evreni apaydın edecek olan güneşi yaratmaya çalışıyordu. Ama artık bitkindi. Gecenin karanlığında sesi sendeliyordu. Sesi dindikçe de kanatları şakıyordu.Engin uzaklıkların bu tenha uçucusu, karaya ancak yavrularıyla bağlıydı. Yavrularının yuvasını, bağrından yolduğu tüylerle döşemişti. Son bir kez, karanlıkta iki ayaklı birer pamuk yumağına benzeyen sarı gagalı yavrularını çağırdı.Sesi kısıldı. Gırtlağından acayip gürültüler çıkararak ve tekerlenerek çırpına çırpına denize düştü.

Ertesi gün, ıssız denizlerde bir beyaz tüy yüzüyordu ancak.

Hayata olan bütün borcumu ödeyebildim mi bilmiyorum. Bu zor, mümkün de değil.

Bunun içinde hayıflanıyorum.

Hayata bir şeyler katmak, bir şeye hayat verebilmek için ne yapabileceksem yaptım gibime geliyor.

Dostlarımı sevdim, hayatı sevdim.

Yaşadığım hayatın bir hikayesi de var.

Bunu bildiğimizde insanın gözünü güzellikle açtığını, keşfetmek zorunda kalmaksızın onun içine yerleştirildiğini söylemiş oluruz.

Hal böyle olunca insan için güzellik özgü gereği güzel olandır; o kendi başına, kendi gerçekliği ile daima nihayetsiz olarak vardır ve insan ona muhataptır.

O yüzden ki bütün her şeye karşın mesudum.

Leave A Reply

Your email address will not be published.